Geçtiğimiz hafta sonu Türk Futbolu için çalkantılı fakat bir o kadar da farklı geçti.

Hangi hafta sonu çalkantısız geçiyor ki? Dediğinizi duyar gibiyim ama bu seferki biraz daha alışılmışın dışında.

Öncelikle gündemin en önemli maddesi Fenerbahçe’deki seçimdi. Sadettin Saran etrafında dönen ‘başkanlık yapamaz, hukuka aykırı’ dedikodularının sandıktan hemen önce arşa çıkması aslında seçimin ne kadar bıçak sırtı olacağının kanıtıydı. Öyle de oldu.

Ali Koç, 7 yılın ardından seçimi ufak bir farkla da olsa Saran’a karşı kaybetti. Bunu Fenerbahçe kamuoyu zaten detaylı olarak analiz edecek tartışacaktır. Ancak benim dikkatimi çeken bu yönetimsel sürecin doğurduğu krizin ta kendisinde.

Fenerbahçe’nin dışında Ferhat Gündoğdu etrafında dönen MHK tartışmaları, istifa etti haberlerinin ardından hayır etmedi çıkışları da cabası. Ayrıca Arda Kardeşler ve Trabzonspor arasındaki gerilimin İbrahim Hacıosmanoğlu’nun katılımıyla boyut değiştirmesi yine yaşanan krizlerin bazılarıydı.

Peki, tüm bunları sıralarken odaklanmak istediğim ‘Yönetimsel Kriz Çağı’ nasıl şekilleniyor?

Lafı fazla uzatmaya gerek yok. Türk Futbolu hatta genel olarak Türk Spor Camiası ‘Profesyonel Yöneticilik’ kavramından bu denli uzak olduğu için!

Haftanın en önemli gündem maddesini takip edelim. Ali Koç ve Fenerbahçe Başkanlığı…

Ali Koç göreve geldiği dönem sahip olduğu itibar ve ekonomik gücü de değerlendirirken birçok insan Fenerbahçe ve Türk Futbolu için farklı bir resim hayal etmişti. Bugün gelinen noktada Aziz Yıldırım’ın kehaneti ve biraz da payı ile ‘hayal ettiğinden çok farklı’ bir şekilde uğurlandı Ali Koç.

Filmi başa saralım. Fenerbahçe taraftarının Ersun Yanal ismini dillendirdiği dönem Koç, “Siz benim hayal ettiğim Fenerbahçe’yi anlayamamışsınız.” çıkışı yapmıştı.

Philippe Cocu, Damien Comolli gibi atılımlar da (doğruluğu tartışılabilir) çoğu kişiyi gerçekten de farklı bir vizyon ortaya koyacağı yanılgısına sürüklemişti.

Bugün geriye dönüp baktığımızda Ersun Yanal’ı göreve getirmiş, sayısız teknik direktörü görevden almış bir başkan olarak tarihte yerini aldı Ali Koç.

İşte önemli olan farkı doğru yerde aramak. Söylenmemiş bir söz değil tabii ki “Fenerbahçe’yi yönetmek Koç Holding’i yönetmek değildir.” lafı. Doğrudur da. Ancak Sayın Koç’un yaptığı hataların kırılma noktası ‘Profesyonel Yöneticiliği’ bu kadar iyi bilen bir insanın çevresindeki insanların sözleriyle karar almaya bu kadar yatkın olmasındaydı.

Dünya futbolu çoktan ‘Futbol Profesyonellerine’ geçti. Eski sporculara şans verecek olsalar dahi bu sporcuları ‘Profesyonelleştirme’ adımları atmadan kimse kimseye sorumluluk vermiyor.

Ali Bey koyduğu vizyondan vazgeçip çevresine kulak vererek başarı aradı. 7 yılın sonunda gelinen tablo ortada. Ancak ilk baştaki vizyona inanarak bir projeye 7 yıl sabretmiş olsaydı hepimiz en azından son 1-2 sezonda bambaşka bir tablo izlerdik. Bunu en çok Ali Koç bilmeliydi. Bu duruma hep şaşırdım ve geriye dönüp baktığımda da başkanlık dönemini aynı şaşkınlıkla hatırlayacağım.

Bir de bu seçim döneminin planlama ve organizasyona etkileri var ki o zaten bambaşka bir yazı konusu.

Krizin bu ayağında ise zaten tartışma bitmedi ve bitmeyecek biliyorum. Geçtiğimiz sezon İbrahim Hacıosmanoğlu el çektirilecek / baskın seçimle gönderilecek tartışmaları zaten malumunuz. MHK ve Gündoğdu krizleri ise sanırım hayatın normal akışının bir parçası gibi geliyordur herkese.

Burada siyasetin dahli ya da etkisi konularını çok tartışmaya gerek yok. Bu tarz makamlar ve koltuklar zaten her alandan baskı ve etkiye açık olmalarıyla bilinir. Burada benim anlatmak istediğim isim seçimleri.

Yıldırım Demirören, İbrahim Hacıosmanoğlu, Nihat Özdemir, Mehmet Ali Aydınlar ve saymadığım daha niceleri. Bu isimlerin nitelikleri, başarıları vb. hiçbir kriter önemli değil.

Başarılı iş insanları olsalar dahi belli camialara mal olmuş ya da temasta bulunmuş kişiler olmaları sorun. Göreve geldikleri anda çok başarılı olsalar dahi her yönden saldırıya doğal olarak açık oluyorlar.

Temel problem de buradan doğuyor bana göre. İsimlerden bağımsız Türkiye’de iş dünyası ya da futbolun içinden herkes sahip olduğu ciddi bir bagajla göreve başlıyor. Bagaj dediğim olumsuz ya da olumlu anlaşılmasın. İş insanı kendi şahsi işlerinin yarattığı bağlantılar, sporun içinden kişiler ise bağlantılı oldukları kulüpler üzerinden eleştiriye açık.

İşte bu noktada ‘Profesyonel Yönetici’ kavramı tekrar karşımıza çıkıyor. Bu iş için yetişmiş, kendini bu alanda ispatlamış ve kamuoyunun çok da haberdar olmadığı isimleri tercih etmemiz bana göre bu krizlerin aşılabilmesi için tek olur noktası.

Başka bir şekilde üzerinde uzlaşma sağlanmış yönetim oluşturulabileceğine dair maalesef hiç ama hiç inancım yok.

Burada anlatmak istediğim konuları daha önce de anlatmaya çalıştım. Bunu ifade etmekten de yorulmayacağım.

MHK boyutuna gelirsek!

Gelmeye değer mi bilmiyorum. İşin o kısmı gerçekten dipsiz bir sorunlar kuyusu. Nasıl çözülür, hakemlik camiasının omurgası nasıl düzeltilir artık çözemiyorum.

Fakat İbrahim Hacıosmanolu ile Arda Kardeşler arasındaki tansiyonunun sonucunda burada da profesyonelleşmenin belki bir umut ışığı olabileceğini düşünmeye devam ediyorum.