Dünya ve Türkiye’de ara ara dillendirilen bir kelime “Sporun Amerikanizasyonu”. Peki, bu ifade neyi anlatır? Neleri talep eder ve neleri sunar? Birlikte düşünelim.
Belli dönemlerde bu kavramın küresel basın ve Türk medyasında dillendirildiğini duymuş olabilirsiniz. Ülkemizde özellikle Mehmet Demirkol tarafından sıklıkla kullanılan bu kavram pek dikkat edilmese de küresel sporun özellikle son 25 yılının özeti gibidir; “Satmayan spor, spor değildir.”
Benim bu şekilde özetlemeyi tercih ediyorum ancak konu çok derin. Felsefesi ve temelleri üzerine tartışmak, bitmek bilmez bir çaba olur. Ama ben sizi şuradan yakalamak istiyorum “Futbol maçlarının süresi kısaltılmalı, daha çok gol olması için kurallar getirilmeli” gibi söylemleri hiç duydunuz mu? Duyduğunuza eminim. İşte tam da bu noktadayız. Günümüzde özellikle yeni jenerasyonların odak süreleri 5 dakikaların altına düşmüş durumda. Yani 90 dakikalık bir maçı yeni nesillere izletebilmemiz imkânsız gözüküyor. Bu da demek oluyor ki futbol ölmeye başladı.
Milyarlarca dolarlık bir endüstrinin gelecekte ilgisizlik nedeniyle yok olacağını hayal etmek zor geliyor değil mi?
Ancak hiç de ihtimal dışı değil. Bizler evet, izlemeye devam edeceğiz ancak milenyum sonrası doğan jenerasyonların beklenti ve beğenilerini hiç gözlemlediniz mi? Birkaç dakikadan ibaret instagram reels videoları, hızla değişen kanallar, saniyeler içinde kaydırarak yeni ve bambaşka bir içeriğe maruz kalma şansı.
Bu gençlerin futbola ilgi duymaması demek talebin yok olması anlamına gelecek. Sporun Amerikanizasyonu işte tam burada devreye giriyor; “Her şey ticari ve eğlenceli olmalı ki talep görebilsin! Talep görsün ki satsın”.
Bunun en güzel örneği NBA olarak kabul edilebilir. Efsane yönetici David Stern, basketbola olan ilgiyi artırabilmek için “Süper yıldızlar” çağını başlatmıştır. Bugün LeBron James, Stephen Curry gibi isimlerin popülaritesi ve daha niceleri tamamen NBA’in talep görmesi ve kârlılık elde edebilmesi içindir.
O yüzdendir ki futbolun süresi kısaltılmalı, gol olması engellenmemeli gibi talepler duyuyoruz. Hatta unutmayın Real Madrid Başkanı Florentino Perez’in ön ayak olduğu ve ortalığı ayağa kaldıran “Avrupa Süper Ligi” projesi de tam olarak bu ihtiyacın eseriydi. Devlerin güçsüzlerle oynaması nedeniyle düşük reyting ve gelirlerden kurtulmak, sürekli büyük kulüplerin rekabetini sunmak ve buradan devasa gelirler elde edebilmek.
Biraz sıkıcı olmuş olabilir ancak size düşünce yapısını tamamen özetleyebildiğime inanıyorum. Bu noktada Türkiye örneğine dönelim. Özellikle hayatımızın en merkezi noktasında yer alan futbola.
Türk futbolu satılabilir bir materyal sunuyor mu? İzlemekten keyif alıyor musunuz?
Bu soruya dürüstçe çok keyif alıyorum diyecek bir insan henüz tanımıyorum. Taraftar olarak takımım kazandığı sürece mutlu oluyorum diyebilirsiniz. Ancak ben resmin tamamından bahsediyorum. Size basit bir örnek vermek isterim.
2 Şubat 2025 Pazar günü Göztepe-Alanyaspor maçında Gürsel Aksel Staydumu’ndaydım. İşim nedeniyle İzmir’de yaşıyorum ve neredeyse her Göztepe maçına gidiyorum. Rasmus Ankersen’in “Bizim seyircimiz klasik müzik değil Rock&Roll seviyor” açıklamasını da bir hatırlatıcı olarak buraya bırakıyorum. Danimarkalı iş adamı futbolunu taraftarına nasıl satabileceğini anlatıyor. İşte “Sporun Amerikanizasyonu” tekrar karşımızda.
Göztepe her maçını neredeyse kapalı gişe oynayan, maç günleri semti şenlik havasında geçiren bir kulüp. Bu istisnasız her maçta aynı. 400 günden fazla bir süredir evinde maç kaybetmeyen, şahane atmosferini bilmeyeniniz yoktur. Doğal olarak eksikleri olan Alanyasporun maçı kaybetmeme hedefiyle geldiği çok belliydi. Burada bir eleştirim asla yok. Bu yazıda taktiksel anlamda bir değerlendirme yapmadığımı tekrar hatırlatmak istiyorum.
Ancak Alanyaspor’un bu hedefi hakem Arda Kardeşler’in maçın temposunu bitiren düdükleriyle birleştiğinde insanların ne kadar sıkıldığını gözlerinden görmek mümkündü. Bir maç düşünün ki 58 taç atışıyla tamamlanıyor. Bu maçın istatistik verilerine baktığımızda ise karşımıza daha da şoke eden bir rakam çıkacak! Topun oyunda kalma süresi 44 dakikadan ibaret.
Dakika başı 1.30 taç atışı kullanılmış! Önümde oturan taraftarın “bir daha top taca çıkarsa buraya kusacağım” dediği bir maçtan bahsediyorum size. Neden Göztepe örneği vermek istedim?
Türkiye’de satılan üründen en memnun olan taraftar grubunun Göztepe’de olduğuna inandığım için.
Gürsel Aksel Stadyumu’nda her maç bu şekilde oynanıyor olsaydı, yeni jenerasyona kalmayı bırakın bizler de o maçları izlemeye gitmezdik. Buradan bakınca yeni nesilleri stadyumlara çekmemizin mümkün olmayacağını görmek zorundayız.
Günlük kavgalar ve anlık başarılar perspektifini işin içine katacak olursak sonuçlar daha da ağır hale gelecek. Sporun Amerikanizasyonu “iyidir ya da kötüdür” demek istemiyorum. Bu başka bir konu. Ancak bu kavramın uygulanabildiği sporların yaşam ömrünü uzattığı birçok kez kanıtlanmış durumda.
Ancak üzücü olan nokta tüm yapılarıyla gerekli olması halinde bunu bile başarmaya imkân bırakmayan bir futbol ortamına sahip olmamız.
Dakikaları da kısaltsanız, golleri de kolaylaştırsanız her şeyden önce “Doğru Spor İklimi” oluşturmalısınız.
Kısa, orta ve uzun vadede bu bana mümkün gelmiyor. Ve Türk Futbolu, eğer futbol ölürse ilk yok olacaklar listesinde güçlü bir şekilde el sallıyor.